ALLAH İSRAF EDENLERİ SEVMEZ
Hergün gazetelerden okumaya, televizyondan görmeye alışık olduğumuz manzaralar, zenginler ve fakirler arasında gittikçe açılan bir uçurumu yansıtmakta... Bir yanda açlıktan ölen insanlar, yoksulluktan hastalanan, sakat kalan çocuklar ya da geçim sıkıntısından intihar edenler, bir yanda da umursuzca müsrif bir hayat sürenler... Bir tarafta dilenen aç çocuklar, bir tarafta eğlence adına saçıp savuranlar... Birbirine taban tabana zıt bu görüntülerin elbetteki bize verdiği bir takım mesajlar, düşündürdüğü bir takım şeyler var. Örneğin bir kısım çevrelerin dünyada bu kadar çok açlıkla mücadele eden insan varken, nasıl olup da hiçbir vicdani rahatsızlık duymadıkları... Ya da yoksulluğun nasıl olup ta bu kadar insanlar arasında alışkanlık yarattığı ve bunu değiştirmek için hiçkimsenin herhangi bir köklü girişimde bulunmadığı…
Açlığa, yoksulluğa aldırış etmeksizin, israf ederek ya da israf edilmesine göz yumarak, vicdanlarını örten bu kimseler, bu duyarsızlıkları ile sorunların çapının gün geçtikçe biraz daha genişlemesine sebep olmaktadırlar. Dolayısıyla yaşanan bu manzaraların en başta gelen sorumlusu, dünya üzerinde hakim olan umursuz ve müsrif yaşam tarzıdır. Ancak vicdanı körelmiş bu kimseler, ne israfı ne de yoksulluk, açlık gibi konuları acilen çözümlenmesi gereken konular olarak görmezler. Aksine bunları hayat mücadelesinde "güçlü olanın hayatta kalması, zayıf olanın ezilmesi" gibi zalim felsefelere dayandırarak, çeşitli mazeretler öne sürerler. Ya da dünya çapında bir sorunun bir tek kendi çabasıyla hallolamayacağını düşünerek, hayatlarında hiçbir değişiklik yapma gereği duymazlar. Nitekim Bediüzzaman‚ insanın sosyal hayatında bütün ahlaksızlığın ve bütün karmaşanın kaynağı' olan iki şeyden birini "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne." zihniyeti olduğunu ifade eder.
İşte bu ahlak dinden uzak bir yaşayan toplumlardaki ahlaki dejenarasyonun ne kadar ciddi boyutlarda olduğunun en açık göstergelerinden biridir. İsraf da bu ahlaki çöküntünün en doğal sonuçlarından biri olarak dinsizliğin ortaya çıkardığı acımasız, zalim hayatın vazgeçilmez bir yönüdür. Dolayısıyla bu durumun en vahim yönü dinin yaşanmamasından ötürü bu vicdansızlıkların hiçbir tereddüt duyulmadan yapılması, hiçbir geçerliliği olmayan mazeretlerin, mantıkların kolaylıkla kabul görmesidir. Halbuki Allah insanları israftan kesin olarak men etmiş ve israf edenleri sevgisinden mahrum kalacaklarını bildirmiştir:
"...Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.„ (A'raf Suresi, 31); "...Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.„ (En'am Suresi, 141)
İsraf edilen ister evde atılan bir tabak, isterse lokantada dökülen bir kazan yemek olsun her ikisi de israftır. Kaldı ki atarak, dökerek, saçıp savurarak israf edilenler ihtiyaç ve sıkıntı içinde olan pekçok kişinin rızkı, pekçok hastanın ilaç parası olabilir. Ayrıca israf her ne kadar vicdani tahribatın boyutlarına ve kişilerin konumlarına göre farklı şekillerde ortaya çıksa da, herkes Allah'ın bu emrinden aynı derecede sorumludur. Kimileri maliyet arttırmak için kamyon dolusu ürünü denize dökerek, kimileri ihtiyacının, tüketebileceği miktarın misliyle alışveriş yaparak israfa sebep olurlar. Kimilerinde ise sorumsuzluk öylesine ciddi boyutlara varır ki, eğlenmek adına etraflarına zarar verme, kırıp dökme gibi keyfi saldırganlıklarla, tahribatlarla israf ederler. Bunun sebeplerine baktığımızda ise yine dinsizlik karşımıza çıkar. Çünkü dinsizlik bu kişileri sınır tanımaz, kimseye karşı sorumluluğu olmayan, merhamet, sevgi, şefkat, yardımlaşma, kardeşlik, fedakarlık gibi güzel ahlak özelliklerini, tüm insani yönlerini yitirmiş insanlar olmalarına sebep olur.
Bediüzzaman da yaşadığı asırdaki bu vahim durumu şöyle ifade etmektedir:
"...bu asır, o damar-ı insaniyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve adi bir zarar-ı dünyevi yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder. Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakru zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, edna bir hacat-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ediyor.„ (Kastamonu Lahikası, 1612)
Halbuki dinin kazandırdığı vicdan hassasiyeti ve güzel ahlak, dinden uzaklaşmanın ortaya çıkardığı zalim, vicdansız, şefkat ve merhametten yoksun karekteri çözecektir. Böylece karşımıza çıkan en köklü, en çözümsüz sorunlar bile kendiliğinden sona ererek, çözüme kavuşacaktır. Bu bakımdan bu sorunların önüne geçmenin yegane yolu Kuran'da tarif edilen güzel ahlakı yaşamak ve yaşatmak, insani değerlere sahip çıkmak, vicdani duyarlılığı canlandırmaktır. Bu herkesin vicdani bir sorumluluğu olmalıdır.
Kuran Ahlakı Kategorisi -Dergi Yazıları-
- "TABİYYUN" HASTALIĞI
- BAŞÖRTÜSÜNE YANLIŞ ANLAMLAR VERİLMEMELİ
- BEDDİUZZAMAN'I YAKINDAN TANIMAK
- BEDDİUZZAMAN'IN MÜMİNLERE VASİYETİ; ÜMİTVAR OLUNUZ...
- BEDİÜZZAMAN'DAN GERÇEK MERHAMET ÜZERİNE BİR DERS
- BEDİÜZZAMAN'IN AİLEYE VE EĞİTİME VERDİĞİ ÖNEM
- GÜÇLÜ BİR İRADENİN ÖNEMİ
- HAYATININ HER ANIYLA MÜSLÜMANLAR İÇİN ÖRNEK BİR İNSAN: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
- HZ. MUHAMMED'İN (SAV) GÜZEL AHLAKI İNSANLAR İÇİN EN GÜZEL ÖRNEKTİR
- İMAN EDEN İNSAN ÖFKEDEN SAKINIR
- İNSANLARDAKİ MANEVİ BOŞLUĞUN ALTINDA YATAN GERÇEK NEDEN
- KIYMETTAR BİR İBADET: TEFEKKÜR
- MANEVİ BOŞLUK İNSANI ÇOK BÜYÜK BİR YIKIMA SÜRÜKLER
- MÜBAREK RAMAZAN AYI VE DUANIN ÖNEMİ
- MÜMİN ERKEKLER VE MÜMİN KADINLAR BİRBİRLERİNİN VELİLERİDİR
- MÜMİNLERİN DEĞERLİ BİR REHBERİ: SÜNNET-İ SENİYE
- MÜMİNLERİN ÜSTÜN AHLAKI
- O, BİR "SİRAC-I HAKİKAT" (HAKİKAT NURU)DUR
- RAMAZAN AYININ VE ORUCUN HİKMETLERİ
- SONBAHARIN HİKMETLERİ ÜZERİNE
- YÜKSEK AHLAKİ DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN GENÇ NESİL BİR ÜLKENİN GELECEĞİNİN TEMİNATIDIR
- ZAHİRİ MUSİBETLER ALTINDA ÇOK TATLI NETİCELER VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder