"TABİYYUN" HASTALIĞI
Kuran'da kıssaları bildirilen tüm peygamberlerin hayatları gönderildikleri kavimlerinin inkarcı kesimiyle mücadele içinde geçmiştir. Allah'ın varlığını inkar eden, kendi elleriyle yaptıkları taştan, tahtadan putlara tapan bu inkarcı kavimler, kendilerini tevhide davet eden elçilerini yalanlamış ve onların gösterdikleri hak yola uymamışlardır. Yaptıkları karşılığında Allah'ın rızasından başka karşılık beklemeyen bu değerli insanları ve onlarla birlikte olan salih müminleri tutuklamakla, yurtlarından sürmekle, hatta öldürmekle tehdit etmişlerdir. Onları engellemek için türlü tuzaklar kurup, iftiralar atmışlardır.
Bu konuda Kuran'da verilen çok önemli bir örnek Hz. İbrahim'in putperest kavmiyle olan mücadelesidir. Hz. İbrahim'in döneminde yaşayan insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor ve her konuda bu sahte ilahlarından medet umuyorlardı. Hz. İbrahim kavmine önünde eğildikleri putların hiçbir şeye güç yetiremeyen, tahtadan yapılmış, cansız varlıklar olduğunu hatırlatmış ve onların mantık ve muhakeme bozukluklarını tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Hz. İbrahim "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." (Enbiya Suresi, 54) diyerek içinde bulundukları durumu onlara bildirmiştir. Fakat kavmi onun tebliğini dinlememiş ve inkarda diretmiştir. Hz. İbrahim ise onlara bir tuzak kurmuş ve kavmi yanından uzaklaştığında, taptıkları cansız putları kırarak, onların akıllarıyla ve vicdanlarıyla bulamadıkları açık bir gerçeği delille ispatlamıştır: Cansız putların aciz oldukları ve bir şey yaratamayacakları gerçeğini… Putperestler geri dönüp de Hz. İbrahim'e neden putları kırdığını sorduklarında aldıkları cevap ise, içinde bulundukları akılsızlığı gözler önüne sermesi açısından son derece önemlidir:
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." (Enbiya Suresi, 62-65)
Bu insanların, "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin" diyerek gerçeği bildiklerini belirtmeleri son derece önemlidir. Bu kavmin üyelerinin hepsi aslında putların konuşamayacaklarının bilincindedirler. Putlarının hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini, cansız bir varlığa hayat veremeyeceklerini, evrende var olan kusursuz düzeni yaratamayacaklarını çok iyi bilmektedirler. Ancak atalarından devraldıkları dinsizlik mirası yüzünden ve Allah'ın varlığını inkar etmek için bu cansız varlıkları ilah kabul etmişlerdir.
Hz. Musa da inkarcı Firavun ve kavmiyle aynı mücadeleyi yapmış, onlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlattığında çok şiddetli bir tehditle karşılaşmıştır. Çünkü Firavun'un en büyük korkusu kendi batıl dininin Hz. Musa tarafından değiştirilmesidir ve kavmine karşı "…Ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26) diyerek bunu açıkça dile getirmiştir. Hz. Musa'nın Allah'ın varlığına iman etmeye olan daveti karşısında Firavun'un verdiği cevap ise günümüzdeki ateist ve materyalist inanca sahip insanların verdikleri cevaptan farksızdır: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum." (Mümin Suresi, 29)
Günümüzde de inkarcıların, materyalistlerin ve ateistlerin en önemli iddiaları tek gerçek varlığın madde olduğu, maddenin ezelden beri var olup, sonsuza kadar varlığını sürdürdüğüdür. Materyalizmi kendine temel alan tüm inkarcı akımlar bir Yaratıcı'nın varlığını reddederler ve canlıların cansız maddelerin kendi aralarındaki etkileşimleri sonucunda oluştuklarına inanırlar.
İşte Kuran'da bildirilen peygamberlerin dışında Bediüzzaman Said Nursi gibi değerli İslam alimlerinin hayatları da "maddeci akımlarla ve dinsizlikle" mücadele ile geçmiştir.
Bediüzzaman Kuran'ın bir tefsiri olarak hazırladığı Risale-i Nur Külliyatı'nda sık sık "maddiyyun ve tabiiyyun hastalığı"ndan söz etmiştir. Üstad'ın "tabiatçılık, yani tabiata tapma ve maddecilik, yani sadece maddenin varlığını kabul etme hastalığı" olarak özetleyebileceğimiz bu ifadesi, dinsizliğin temelini oluşturan materyalizm ve Darwinizm'e dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, "maddiyyun ve tabiiyyun" olarak tanımladığı bu dinsiz akımların mantık bozukluklarını çok detaylı olarak açıklamıştır. Bu açıklamalarından biri şöyledir:
"Veyahut Firavunlaşmış maddeci filozoflar gibi, "Kendi kendine oluyorlar. Kendi kendini besliyorlar. Kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar" diye mi düşünüyorlar ki, imandan, kulluktan çekinirler. Demek kendilerini birer yaratıcı zannederler. Halbuki bir tek şeyin yaratıcısının herşeyin yaratıcısı olması gerekir. Demek kibir ve gururları onları son derece ahmaklaştırmış ki bir sineğe, bir mikroba karşı mağlup mutlak bir acizi, her şeye gücü yeten zannederler… Evet, akılları gözlerine sukut etmiş maddeci felsefecilerin hikmetsiz hikmetleri, faydasızlık esasına dayanan felsefelerine göre tesadüfe bağlı olan zerrelerin hareketini, bütün kanunlarına esas oluşturup, ilahi yaratılışa kaynak göstermişlerdir. Sonsuz hikmetlerle süslenmiş yaratılışı, hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye dayandırmaları, ne kadar aklın hilafına olduğunu çok az şuuru olan bile bilir." (Sözler, 551)
İnsanların kendilerine bir "ilahlık" vasfı vermeleri son derece anlamsızdır. Nitekim Bediüzzaman da yukarıdaki ifadelerinde bu gerçeğin üzerinde durmaktadır. İnsanın Allah karşısında aciz bir varlık olarak bu kusursuz kainatın varoluşunu "tesadüfler"e, tabiata ya da bazı fiziksel sebeplere bağlamasının, Allah'ın apaçık varlığını inkar etmesinin ne kadar büyük bir nankörlük olduğu ortadadır. Bediüzzaman'ın da üzerinde durduğu gibi cansız maddelerin kendi kendilerine evreni ve canlılığı yarattıklarına inanmak son derece akıl ve mantık dışıdır. Böyle bir inanca sahip olanların akıl ve muhakeme yeteneğine sahip insanlar olduklarını söylemek mümkün değildir. Bediüzzaman'ın ayrıntılı olarak tarif ettiği bu maddeci ve tabiatçı dünya görüşüyle nasıl mücadele edilmesi gerektiği de "Tabiat Risalesi"nde bildirilmektedir. Üstad canlıların nasıl var olduklarına dair öne sürülen cevapları şu şekilde sıralamaktadır:
"Birincisi: "Evcedethü-l esbab" Yani, "sebepler bu şey'i icad ediyor."
İkincisi: "Teşekkele binefsihi" Yani, "kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor."
Üçüncüsü: "İktezathü-t tabiat" Yani, "tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor."
Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcud san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu, meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir. Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, şeksiz şübhesiz sabit olur. ( Tabiat Risalesi, 24-25)
Bediüzzaman'ın da dikkat çektiği gibi canlıların Allah'ın sonsuz kudret ve sanatıyla yaratıldıkları gerçeğini insanlara gösterebilmenin bir başka yolu da öne sürülen diğer açıklamaların ne kadar mantıksız ve akıldışı olduğunun ortaya konmasıdır. İşte bu noktada inanan tüm insanlara çok önemli bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü Bediüzzaman'ın işaret ettiği bu şerefli sorumluluğu yerine getirecek olanlar müslümanlardır ve insanların dünyadaki ve ahiretteki kurtuluşları için dinsizliğin yeryüzünden tamamen kaldırılması ve yerine Kuran ahlakının yaygınlaştırılması son derece önemlidir. "Bu benim sorumluluğum değil, bunu nasıl yapabilirim" demek, samimi bir müslümanın vicdanına sığmaz.
Allah bir ayetinde "…yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar…" müslümanların büyük bir gayret içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. O nedenle kimsenin şeytanın oyalamalarına izin vermemesi ve materyalist ve tabiatçı felsefenin yayılması için meydanı boş bırakmaya vicdanen razı olmaması gerekmektedir. Bu vicdan muhasebesinin sonucu olarak da dinsiz, materyalist ve ateist felsefelerin ve fikir akımlarının bilimsel ve akli delillerle geçersizliklerinin ortaya konması, fikri alanda bunların çökertilmesi için çalışmak şarttır. Çünkü fikri yönden çökmüş ve bilimsel olarak da dayanağı kalmamış bir ideolojinin peşinden hiç kimse gitmeyecektir.
Bediüzzaman Said Nursi "maddiyyun ve tabiiyyun felsefeleri" ile mücadelede en etkili yolun Kuran'ın hakikatlerini anlatmak olduğunu da çok defa belirtmiştir. Bu konudaki bir sözü şöyledir:
…Beşinci olarak: şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan dinsizliğe, anarşistliğe, maddeciliğe karşı yalnız tek bir çare var: O da Kur'an'ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin'i, az bir zamanda komünistliğe çeviren bela, siyasi, maddi kuvvetler ile susmaz. Onu yalnızca Kur'an gerçekleri susturabilir. ( Emirdağ Lahikası 2, s. 54)
Unutmamak gerekir ki her türlü ahlaksızlığın, dejenerasyonun, adaletsizliğin, sınır tanımazlığın, saldırganlığın kökeninde dinden uzak bir yapı yatar. Ve ancak Kuran ahlakı yaşandığı takdirde bunlar ortadan kalkabilecektir. Bu nedenle dinsizliğe neden olan, Üstad'ın da dikkat çektiği maddiyun ve tabbiyyun gibi fikir akımları ile Kuran'ın hakikatlerine sarılarak mücadele etmek son derece önemli ve aciliyetlidir.
Kuran Ahlakı Kategorisi -Dergi Yazıları-
- "TABİYYUN" HASTALIĞI
- BAŞÖRTÜSÜNE YANLIŞ ANLAMLAR VERİLMEMELİ
- BEDDİUZZAMAN'I YAKINDAN TANIMAK
- BEDDİUZZAMAN'IN MÜMİNLERE VASİYETİ; ÜMİTVAR OLUNUZ...
- BEDİÜZZAMAN'DAN GERÇEK MERHAMET ÜZERİNE BİR DERS
- BEDİÜZZAMAN'IN AİLEYE VE EĞİTİME VERDİĞİ ÖNEM
- GÜÇLÜ BİR İRADENİN ÖNEMİ
- HAYATININ HER ANIYLA MÜSLÜMANLAR İÇİN ÖRNEK BİR İNSAN: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
- HZ. MUHAMMED'İN (SAV) GÜZEL AHLAKI İNSANLAR İÇİN EN GÜZEL ÖRNEKTİR
- İMAN EDEN İNSAN ÖFKEDEN SAKINIR
- İNSANLARDAKİ MANEVİ BOŞLUĞUN ALTINDA YATAN GERÇEK NEDEN
- KIYMETTAR BİR İBADET: TEFEKKÜR
- MANEVİ BOŞLUK İNSANI ÇOK BÜYÜK BİR YIKIMA SÜRÜKLER
- MÜBAREK RAMAZAN AYI VE DUANIN ÖNEMİ
- MÜMİN ERKEKLER VE MÜMİN KADINLAR BİRBİRLERİNİN VELİLERİDİR
- MÜMİNLERİN DEĞERLİ BİR REHBERİ: SÜNNET-İ SENİYE
- MÜMİNLERİN ÜSTÜN AHLAKI
- O, BİR "SİRAC-I HAKİKAT" (HAKİKAT NURU)DUR
- RAMAZAN AYININ VE ORUCUN HİKMETLERİ
- SONBAHARIN HİKMETLERİ ÜZERİNE
- YÜKSEK AHLAKİ DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN GENÇ NESİL BİR ÜLKENİN GELECEĞİNİN TEMİNATIDIR
- ZAHİRİ MUSİBETLER ALTINDA ÇOK TATLI NETİCELER VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder