GELECEK ENDİŞESİ, HIRS VE İNAT HAKKINDA BEDİÜZZAMAN'IN TAVSİYELERİ
Bediüzzaman Said Nursi eserlerinin büyük çoğunluğunda insanların hisleri ve nefislerinin kendilerine fısıldadıkları üzerinde durmuştur. Çeşitli örneklerle bu hislerin hayra veya şerre nasıl kullanılacağını açıklamıştır. Birbirinden hikmetli olan bu örneklerin her biri, insanların kendi nefislerini görüp tanımaları ve terbiye etmeleri için değerli birer hazine hükmündedir.
Bu yazımda Üstad'ın da dikkat çektiği ve her insanın nefsinde bulunan gelecek endişesi, hırs ve inat gibi hislerin üzerinde durmak istiyorum. İnsanlar geleceğin kendilerine ne getireceğini ve gelecekte nasıl bir yaşamlarının olacağını çok merak ederler. Elbette insanın kendi geleceğini merak etmesi son derece doğaldır. Ancak bu merak olumsuz bir yönde gelişirse gereksiz bir endişeye dönüşür. Geleceği düşünmesi, insana hayatın kısalığını ve ahiretin yakınlığını hatırlatacak bir güzellik olabilecekken, hayra yönlendirilmediği zaman insanın gereksiz kuruntu ve endişelere kapılmasına neden olan bir musibete dönüşebilir. Üstad da gelecek endişesinin gereksiz ve yersiz olduğunu aşağıdaki sözünde şu şekilde dile getirmiştir:
"İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder."
Üstad'ın da belirttiği gibi insan geleceğe baktığında şu gerçeğin farkına varır: Hiçbir insanın geleceği garanti altında değildir. Diğer bir deyişle her insan için gelecek bir belirsizliktir, hatta insan geleceği görebileceğinden bile emin değildir. Bu durumda en mantıklı ve akılcı tavır bugünün de geleceğin de sahibi olana sığınmak ve gelecek için ciddi bir hazırlık içinde olmaktır. Elbette bu hazırlık dünyevi endişelerden kaynaklanan daha çok malı yığıp biriktirme yada her şeyin daha çoğuna sahip olmaya çalışmak değildir. Geleceğe bakıp ölümün yakınlığını ve dünyanın geçiciliğini gören herkes, asıl yurt olan ahiret için hazırlık yapmalıdır. Bu da ancak yapılan her işte Allah'ın rızasını gözetmekle mümkün olabilir.
Öte yandan geleceğin insana zarar ve şer getirebileceği endişesi taşımak ve kötü bir merakla geleceğe bakmak, Allah'ın beğenmediği bir ahlaktır. Çünkü insanın geçmişi de geleceği de Allah'ın takdirindedir. Allah bir insanın kaderini yaratırken onun için en hayırlı ve en mükemmel kaderi yaratır. Bu insan için aldığı tüm kararlar, onun lehine, hayrına ve faydasınadır. Eğer bir insan Allah'ın sonsuz akıl ve rahmet sahibi olduğuna iman ederse, o zaman Rabbine karşı derin bir teslimiyet ve güven oluşur. Bu da geleceğe rahatlıkla, huzur içinde bakmasını sağlar.
Ancak Allah'ın kaderi hayırlı yarattığını unutan biri, zamanın kendisine her an felaket getirebileceği endişesiyle yaşar. Bu da ona büyük bir azap ve sıkıntı verir. Ya bir hastalığa yakalanırsa, ya işleri kötüye giderse, ya fakir kalırsa, ya bir kaza geçirirse gibi endişelerin haddi hesabı olmaz. Bir korkudan kurtulduğunda diğeri başlar ve insan hayatı boyunca bu korkulardan kurtulamaz.
Halbuki unutmamak gerekir ki, Allah'ın dilemesi dışında kimsenin bir diğerine zarar veya yarar verme gücü yoktur. Ancak Allah dilerse bir insan kaza geçirebilir, hastalanabilir ya da fakir düşebilir. Bu nedenle insan Allah'a teslim olup, tevekkül etmeli ve bunun rahatlığını yaşamalıdır. Nitekim Üstad insanlara, gelecek korkusunu, henüz gerçekleşmemiş olayların korkusu olarak tarif eder ve bunun anlamsızlığını hatırlatır. Geleceğin ne getireceği bilinmezken, hatta önümüzde uzun bir ömür olup olmadığını bile bilemezken, henüz yaşanmamış olayların hüznünü ve korkusunu hissetmek çok büyük bir akılsızlık olur. Hatta hiç yaşanmayacak bir olayın endişesini duymak, insanın kendi eliyle kendisine azap etmesinden başka bir şey değildir.
İnsanların yaradılışında mevcut olan bir başka his de "hırs"tır. İnsanın nefsi dünyaya ait değerlere, özellikle de mala, makam ve mevkiye karşı çok tutkulu ve hırslıdır. İnsanların büyük çoğunluğu nefislerinde olan bu hırsa kapılarak ahiretlerini ve sonsuz hayatlarını tehlike altına atarlar. Halbuki ne mal, ne makam ne de şöhret hırs yapmaya değecek şeylerdir. İnsanın dünyada sahip olduğu herşey ölümüyle birlikte ardında kalır. Bu nedenle dünya malına sahip olmak için hırs yapmak çok büyük bir hatadır. Kısa bir süre içinde geri iade etmek zorunda olduğu bir mala sahip olmak için, sonsuz bir hayatı feda etmenin ahirette insana nasıl büyük bir pişmanlık getireceği açıktır.
Makam için de aynı şey geçerlidir. İnsan bu dünyada hangi makamı elde ederse etsin ahirette bunun hiçbir kıymeti olmayacaktır. Ahiretteki tek makam, insanın takvasına göre Allah'ın ona nasip ettiği cennet makamıdır. Allah'ın huzuruna hesap vermek için çıkan insanlar arasında makama göre bir ayırım olmayacak ve bu dünyanın en zengin işadamıyla en fakir insanı eşit şartlarda Allah'ın huzuruna çıkacaktır. Yanlarında götürdükleri tek şey ise takvaları ve ahlakları olacaktır. Bu nedenle insanın hırslarını ve arzularını kendisi için hayırlı olacak şekilde yönlendirmesi gerekir. İnsanın sahip olmayı şiddetle istemesi gereken tek şey Allah'a yakınlık, Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Üstad ise hırsa şöyle dikkat çeker:
"Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder."
İnsanın nefsinde bulunan hayra kullanılabileceği gibi şerre de kullanılan hislerden birisi ise "inat"tır. İnsanların büyük çoğunluğu yalnızca gururları ve enaniyetleri nedeniyle doğruyu görseler ve vicdanları ile tasdik etseler bile yanlış olanda inat ederler. Bu nedenle ahlak ve akıl olarak kendilerini geliştiremezler. Halbuki inat Allah'ın dinini yaşama ve daha güzel ahlaklı olma konusunda bir kararlılık şeklinde tezahür etse, o zaman bu menfi özellik müspet hale gelir. Üstad'ın inata karşı insanlara yaptığı tavsiye ise şu şekildedir:
"Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen birşey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder."
Kuran Ahlakı Kategorisi -Dergi Yazıları-
- "TABİYYUN" HASTALIĞI
- BAŞÖRTÜSÜNE YANLIŞ ANLAMLAR VERİLMEMELİ
- BEDDİUZZAMAN'I YAKINDAN TANIMAK
- BEDDİUZZAMAN'IN MÜMİNLERE VASİYETİ; ÜMİTVAR OLUNUZ...
- BEDİÜZZAMAN'DAN GERÇEK MERHAMET ÜZERİNE BİR DERS
- BEDİÜZZAMAN'IN AİLEYE VE EĞİTİME VERDİĞİ ÖNEM
- GÜÇLÜ BİR İRADENİN ÖNEMİ
- HAYATININ HER ANIYLA MÜSLÜMANLAR İÇİN ÖRNEK BİR İNSAN: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
- HZ. MUHAMMED'İN (SAV) GÜZEL AHLAKI İNSANLAR İÇİN EN GÜZEL ÖRNEKTİR
- İMAN EDEN İNSAN ÖFKEDEN SAKINIR
- İNSANLARDAKİ MANEVİ BOŞLUĞUN ALTINDA YATAN GERÇEK NEDEN
- KIYMETTAR BİR İBADET: TEFEKKÜR
- MANEVİ BOŞLUK İNSANI ÇOK BÜYÜK BİR YIKIMA SÜRÜKLER
- MÜBAREK RAMAZAN AYI VE DUANIN ÖNEMİ
- MÜMİN ERKEKLER VE MÜMİN KADINLAR BİRBİRLERİNİN VELİLERİDİR
- MÜMİNLERİN DEĞERLİ BİR REHBERİ: SÜNNET-İ SENİYE
- MÜMİNLERİN ÜSTÜN AHLAKI
- O, BİR "SİRAC-I HAKİKAT" (HAKİKAT NURU)DUR
- RAMAZAN AYININ VE ORUCUN HİKMETLERİ
- SONBAHARIN HİKMETLERİ ÜZERİNE
- YÜKSEK AHLAKİ DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN GENÇ NESİL BİR ÜLKENİN GELECEĞİNİN TEMİNATIDIR
- ZAHİRİ MUSİBETLER ALTINDA ÇOK TATLI NETİCELER VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder